KÜLTÜREL YAZILAR
AFYONKARAHİSAR ve İKİ ALEVİ KÖYÜ
Yollar yollara,
Tanıdıkça insan insana bağlanıyor.
Yolların sonu yok.
Sevenler için sevmenin,
Arayan için,
Buldum sanmanın anlamı yok.
Sevmeyi bir kez öğrendin mi,
Gitmelerin için sebep çok...
Dedirten dizeler bizi bu kez Afyon’a attı. Eğer özel bir araba ile Afyon’un Sandıklı ilçesinden geçerseniz ilk rastladığınız insana herhangi bir türbenin yerini sorun. Çok değil birkaç yüz metre yakınınızda Alevi Kızılbaş öğretisinden bir ismin adına bir mâkamı ya da ziyaret yerini işaret edecektir. Peki Sandıklı ilçesinde bu öğretiyi sürdüren ne kadar yerleşim yeri kaldı derseniz üzüleceksiniz ama sıfır demek çok doğru olur. Bir ilçede hemen hemen tüm ziyaret yerlerinin inancınızdan izler taşıdığını görüp ilçeye bağlı yüze köyün içinde bir mahalle ile tek bir köyü Alevi görmek düşünen ve duyarlılığını yitirmemiş insanlara hayli acı veriyor. Elindeki inancın, kültürün korunması kollanması gereken bir değer olduğunu bilmeyen toplumların sonu bu olsa gerek. Erimek ve yok olmak. Sandıklı’daki türbe , yatır ve ziyaret yerlerinin çoğu bizim değerlerimiz. Sandıklı’daki Alevi yerleşim yerlerini tekrar yazma gereği duyuyorum. Hepsi bir mahalle ,bir köy. Derneklerde , vakıflarda lokallerde, söyleşilerde fantezilere zaman ayıranların kulağını çınlatıyor bu acı çığlık. Alarm , zil ya da düdük şeklinde mi çalmalı her dem? Sandıklı Akdere mahallesinde bir grup Abdal yaşıyor. Yaptıkları iş ağırlıklı olarak çalgıcılık. Eğitim düzeylerinin düşüklüğü, inanç önderi yokluğu dolayısıyla cem yapılamaması geleceğe farklı öğretide bir Abdal kümesi hazırlıyor. Bunun farkında olanlar da var. Yolda araç konuğumuz bir Abdal “Doğru dede doğru yol , Dede yok , yol da yok, yol yoksa gelecek de yok” cümleleri ile bir gerçeğin pankartını kaldırır gibiydi. Alevi kurumlarının çok ama çok ciddi bir çalışma içerisine girmelerine o kadar ihtiyaç var ki bu ihtiyaç öğretiyi geleneksel olarak sürdürenlerin son kuşak olmasından kaynaklanıyor.
Sandıklı da bir Alevi köyüne düştü yolumuz. (Selcik) Köyü. Selcik Köyü Sandıklı ilçesinin 4 km . doğusunda , 70 haneli ve 300’e yakın nüfuslu. Köy muhtarı şu anda Ali Nayır. Selçikliler geçimlerini ağırlıklı olarak tahıl ekiminden karşılıyorlar. Konuğu olduğumuz Selçikli Ali Özdemir’e göre Selçik Köyü hicri 1113’de kurulmuş. Özdemir Oğuz Boylarından Danişmentli Türkmenlerinden ve Alevi olduklarını söylüyor. Köyde ağırlıklı olarak Danişmentliler yaşamakta imiş. Yaşayan Ali Özdemir’in dedikleri ile Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun dedikleri adeta birbirini doğruluyor. “.....Bir müddet önce Keçiborlu Geyikli (Geyikler) Sanduklu ve Çölâbâd kazalarına tabi 42 sahipsiz köye yerleştirilen Danişmentlü Türkmenleri cemaatlerinden Mevaşiler, Sermayeli, Karalı, Horbendelü(Harbendelü) cemaatları İskanı kabul etmeyerek eşkiyalığa başlamıştır. Kanunsuz hareketlerin önlenerek iskan mahallerine yerleştirilmeleri ve bir miktar nezre bağlanmaları münasip görülerek 1701 yılında Hamid ve Karahisar mutasarrıflığına , Kütahya Mollasına , Denizli, Geyikler, Kamer-i Hamid (Burhaniye) , Urla , Dazkırı, Şeyhlü, Çarşamba, Lazkıye, Uluborlu, Burdur, Homa, Çöl-Abat, Uşak , Baklan, Sandıklı ve Honaz Kadılarına ve Kütahya Mütesellimine hükümler gönderilmiştir.” (1)
Köyde Selçikliler’in Sarı Dede adını verdiği Sarı Selçuk adını verdikleri bir türbe var. Köy adını Sarı Selçuk Dede’den almış. Köyün orta yerinde asırlık tek minareli eski bir camii var. On yıldır da kadrolu imamlar çalışıyormuş. Köylülerden birkaç kişi Cuma namazına katılıyormuş. Bayram namazlarını ise tüm köylü birlikte kılıyormuş. Muharrem orucunu aksatmadıklarını söyleyen Özdemir, Ramazan orucunu ise tutan olmadığını , cenazeleri kadrolu imamın kaldırdığını söylüyor. Selçik köyünün 4 km kadar batısında Yunus Emre’ye ait bir makam var. Köylüler Selçik Dede’ye her yıl adaklar adayıp kurbanlar kesiyor. Cemlerini yaptırmak üzere Isparta Senirkent Uluğbey kasabasından Veli Baba evlatlarından Dede Hüseyin Keskin geliyormuş. 12 erkanlı olarak yapılan cemlerini zaman zaman farklı ocaklardan gelen dedeler de yönetiyormuş bu güne kadar cemlerini hiç mi hiç aksatmamışlar.
Cemlerinde genellikle "Dün gece dün gece seyran içinde, Cennet bağlarını seyran eyledim. Al kırmızı giymiş huri kızları, Kırması donlarını seyran eyledim." Diye başlayan Şah Hatayi’ye ait bir nefesle semah dönüyorlar. Kırklar semahına sıra geldiğinde canların tümü semaha kalkıyor. Köyün delikanlılarından olan Metin Özdemir Alevi kitapları okumak istediğini ancak kimsenin kendisine yardımcı olmadığını söylüyor. Selçik köyünde çağırmalı semah adı altında bir semah daha döndüklerini söylüyor delikanlı. Çağırmalı semahın sözleri şöyle:
Gül ağacı gül ağacı
Açılır ucu açılır ucu
Ev sahibi gelin bacı
Kalksın semah eylesin
Gelsin orta yere niyaz eylesin, niyaz eylesin
Döksün günahını semah eylesin.
Kapıya da vardım dopdolu nurdan,
Biz de bunu böyle gördük uludan
Kaldır kollarını çimeni yeşil, çimeni yeşil
Gelmişsin meydana kendini devşir.
Bu semahın sözleri ve ezgisi Armut Ağacı semahının adeta kendisi. Sandıklı da Yunus Emre makamına 100 m uzaklık da Taptuk Emre makamı da bulunmaktadır. Şaşırtacak ama Sandıklı’da ayrıca Yalıncak Sultan Tekkesi , Ali Rumi (Halk Ali Rum diyor) Hacım Sultan Türbesi Uşak Susuz da olduğu gibi burada da Susuz Köyünde imiş. Sandıklı Susuz arası 11 Km imiş. Ayrıca Sandıklı da Ahi locasından Leblebicilerinden piri sayılan Şeyh Hamza adı bir çok şiirde ve halk belleğinde yaşamaktadır. Kendini tasavvufa kaptırmış bir başka Sandıklılı ise Şeyh Safa , tasavvufcu şair Fikri de Sandıklıların hemşehrisi. Sandıklı da tanıdık isim çok: Çölmek Baba, Mürüvvet Baba , Şeyh Müslihaddin, Ali Rumi Baba, Kutsi, Hürmayi(Fermayi Baba) Sarı Baba, Kara Baba(İğdeli Dede), Abid Baba, Er Mehmed-i Veli, Kavak Sultan Baba, Ah-ı Beyazıd, Çomaklı Baba, Helva-i Dede, Cırım Baba,Şeyh İdris Sinan, Hadım Sultan, Karaca Ahmet Baba (Çolhisar Dede) , Yusuf Dede, Sultanlar, Kudum Baba, İsa Dede, Şeyh Sefa, Saltuk Baba, Menteş Baba, Karkın Baba, Ağıl Eli Baba, Şeyh Hamza , Kabuli Baba, Meryem Ana Yatırı, Uyusak Dede, Taceddin Dede, Topal Dede, Aziz Dede, Kumluk Dede, Kuzu Dede, Sarı Dede , Sarı Selçuk Dede (2) gibi isimlerle Bağ kurmak isteyenleri Selçik Köylüleri kapıda karşılayacaklar. Yaşlı bir nine “Oğlum keşke senede bir gelip bir konuşma yapan olsa , bu bize yeterdi” diyor. Bunu bir feryat bir çığlık olarak algılayamazsak Sandıklı’da Selçik Köyünü de unutacağız demektir. 80 yaşlarında Hatice Nine bize nefesler okudu. Görüntüleri kameramda var. Köklü bir kültürün büyüklüğü ile davrandı. Ondan aldığımız güç ile dağları aşıp Şuhut’un Tekke Köyü’ne ulaştık.
1 Halaçoğlu Yusuf, XVIII. YY’da Osm. İmp. İskan Siy. Ve Aşiretlerin Yer. T.T.K Yay. Ankara 1997 S.46-47
2 Karataş Yalçın , Sevgi Seli Yunus Emre , Sandıklı Bld. Y. 2001 S. 66-67
K.K Afyon Sandıklı Selçik Köyü Hatice Özdemir Ev. 6 Ç . Ev. Kad.
K.K Afyon Sandıklı Selçik Köyü Ali Özdemir 55Y. Ev. 2 Ç. Çiftçi
Ali AKSÜT
SANDIKLI’DA BEKTAŞİLİK, BEKTAŞİ TEKKE VE TÜRBELERİ
Günümüzde Sandıklı’da Bektaşilik ortadan tamamen kalkmıştır. Sadece sözünü ettiğimiz türbelerin bir kısmı ayakta duruyor. Bununla birlikte Sandıklı’da Bektaşilik inancı dairesinde Alevilerin mevcut olduğu görülmektedir.
Sandıklı’nın 4 km doğusunda yer alan 70 haneli Selçik köyü bir Yörük (Türkmen) ve Alevi köyüdür. Buraya Danişmentli Türkmenleri XVIII. yüzyılın başında iskân edilmişlerdir (Halaçoğlu, 1997: 46-47).
Bu köy Osmanlı’nın son dönemine ait kayıtlarda yer almaktadır (Hüdâvendigâr Vilayeti Salnâmesi, 1307: 229; Ayrıca bu köydeki cami için bkz. VGMA, Defter nr. 196, vr. 14; BOA, EV.MKT.CHT, 755/57).
Köyde Selçiklilerin Sarı Dede adını verdikleri Sarı Selçuk Dede türbesi bulunmaktadır. Köylüler Selçuk Dede’ye her yıl adaklar adayıp kurbanlar kesmektedirler. Hacım Sultan Vilayetnamesi’nde bu türbenin yanında bir de aynı adı taşıyan bir tekkeden söz edilmektedir (Tschudi, 1914: 71). Ayrıca bu tekke ve türbenin Sarı Saltık’a izafeten inşa edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir (Ocak, 2002: 110).
Bektaşilikte de bulunan ayin-i cemlerini yaptırmak üzere Isparta’ya bağlı Senirkent ilçesinin Uluğbey kasabasındaki Veli Baba evlatlarından Hüseyin Dede gelmektedir (Aksüt, 2011). Ayrıca Aleviler, Sandıklı şehir merkezindeki Akdere mahallesinde ikamet etmektedirler. Bununla birlikte Selçik köyü yakınlarında Sandıklı’ya bağlı Bektaş (Hüdâvendigâr Vilayeti Salnâmesi, 1307: 229; VGMA, Hurufat Defteri, nr. 547, vr. 40; BOA, EV.MH, 1141/86) adında bir köy mevcut olup, buranın Bektaşilikle bir irtibatı bulunmamaktadır.
Yrd. Doç. Dr. Fahri MADEN
Kastamonu Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Kastamonu Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
FATMA ANA ÜZERİNE ANLATILAN EFSANELER
Alevî-Bektaşîlerin Eşiğe Neden Saygıyla Eğildiklerini Açıklayan Efsanede Fatma Ana
Bu yazıda şimdiye kadar ele alınan efsanelerin oluşumunda halk arasındaki bazı varlık ve nesneler hakkındaki inanışlar etkili olmuştur. Bu başlıkta ele alınacak olan efsane ise Alevî-Bektaşîler arasında yaygın olan inanışlarla birlikte geleneksel uygulamalara bağlı olarak anlatılmaktadır. Bu inanış ve uygulamalar “ocak” ve “eşik” etrafında şekillenmektedir. “Ocak ve eşik” üzerine Türk kültürünün genelinde mevcut bazı inanış ve uygulamaların bir kısmı, bugün Alevî-Bektaşîler arasında hala canlı bir şekilde yaşamaktadır. Eşiğe ve ocağa basmama, ocağa su dökmeme, eşik ve ocağı her zaman temiz tutma, eşiğe ve ocağa saygıyla eğilerek niyaz etme, saçı takdim etme bu inanış ve uygulamalardan bazılarıdır (Bk. Kumartaşlıoğlu 2012: 396-435). Bu inanış ve uygulamaların temelinde bu varlıkların bir hâkim ruha/iyeye sahip oldukları inanışı yatmaktadır (Kumartaşlıoğlu 2012: 106-108).
Bir Alevî-Bektaşî köyü olan Afyonkarahisar/Sandıklı’ya bağlı Selçik köyünde, ateş ve ocak etrafında şekillen bu inanış ve uygulamaların sebebini izah eden bir efsane Fatma Ana’ya dayandırılarak anlatılmaktadır. Bu efsaneye göre Hz. Fatma, ikiz bebeklere hamile olduğu bir zamanda kendisini çok zorladığı için düşük yapmıştır. Hz. Fatma’nın düşen çocuklarının biri eşiğe, diğeri ise ocağa gömülmüştür. Bu çocukların isimleri gömüldükleri ocak ve eşiğe isim olmuştur. Selçik köyünde ocak “medet”, eşik ise “mürvet” olarak adlandırılır (K4). Bu efsanede Fatma Ana, eski Türk kültüründe çok önemli bir yeri olan “eşik” ve “ocak” iyelerinin yerini alarak, mitik varlıkları kendi şahsiyetinde eritmiş, bu anlatı ise mitik bir anlatıdan tarihî ve dinî bir hüviyete bürünmüştür. Anlatı ister mitik, ister tarihî veya dinî bir hüviyette olsun, “ateş” ve “eşik” etrafındaki inanışlar aynen devam etmektedir: Alevî inancında eşiğe basılmaz, ocağa su dökülmez, ocak pis tutulmaz vb.
Fatma Ana hakkında anlatılan efsaneler, Saim Sakaoğlu’nun R. Rosiere’den aktardığı efsanelerin oluşumu konusunda ortaya atılan “birinin yerine diğerinin geçmesi kaidesi” ya da “adapte olabilme kaidesi” (Sakaoğlu 1980: 7, Sakaoğlu 2009: 21-22) ile açıklanabilir. “Birinin yerine diğerinin geçmesi kaidesi”, “Bir kahramanın hatırası zayıfladıkça onun şerefine yaratılmış olan efsane bu kahramanı terk eder ve daha meşhur birine mal olur”; “Adapte olabilme kaidesi” ise, “Çevre değiştiren her efsane yeni çevrenin sosyal ve etnografik şartlarına kendisini adapte eder” biçiminde açıklanmıştır (Sakaoğlu 1980: 7, Sakaoğlu 2009: 21-22). Fatma Ana da Türk edebiyatının önemli bir parçası olan efsanelere İslâm kültürünün etkisi ve Fatma Ana’nın bu kültür içindeki ağırlığı ile sirayet etmiş ve bu efsanelerle bütünleşmiştir.
(K4) Ali Özdemir, 1948, Afyonkarahisar/Sandıklı/Selçik
Satı KUMARTAŞLIOĞLU
Balıkesir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili Edebiyatı Bölümü
EFSANELER
GELİN KAYASI
TOPLUMSAL İŞLEVLERİ AÇISINDAN SANDIKLI EFSANELERİNİN DİĞER TÜRK EFSANELERİYLE MUKAYESESİ*
TOPLUMSAL İŞLEVLERİ AÇISINDAN SANDIKLI EFSANELERİNİN DİĞER TÜRK EFSANELERİYLE MUKAYESESİ*
Taş kesilme motifiyle ilintili en ilginç efsanelerden biri de Sandıklı’da anlatılan Gelin Kayası Efsanesidir.
Sandıklı’dan Selçik köyüne giderken daha köye varmadan yolun hemen sol tarafından bir tepecik bulunmaktadır. Bu tepenin adını yöre halkı “gelin kayası” koymuştur.
Anadolu’nun bir çok yerinde olduğu gibi Sandıklı’da da yer adlarının verilmesinde mutlaka bir olay, bir hikâye veya bir efsane yatmaktadır. Biz gelelim Gelin kayasına....
Yıllar önce bu bölgede fakir bir değirmenci yaşarmış. Sık ormanlarla kaplı yamaçların güldür güldür akan suları değirmencinin taş değirmenini Allah’tan aldığı güç ve kuvvetle döndürerek hububatı un ederek ekmek kazandırırmış.
Değirmencinin karısı ise yıllar önce beşikte küçük bir kız çocuğu bırakarak vefat etmiş. Değirmenci, geride kalan bir tek kızıyla beraber epey ilerlemiş yaşına rağmen kimseye muhtaç olmadan, mihnet etmeden yaşar dururmuş. Bu fakir değirmencinin kızı ise oldukça güzel ve alımlıymış.
Bu civarda yaşayan bütün delikanlılar değirmencinin bu çok güzel kızıyla evlenebilmek için adeta birbirleriyle yarışırlarmış. Zaman bu yerinde durmuyor ki. Haftalar ayları, aylar yılları sürüklemiş peşinden. Bir zaman sonra kız evlilik yaşına girmiş. Tabi taliplileri çoğalmış. Eh ne demişler, bir güzele bin gönül yanar ama bir güzel sadece bir gönüle kendini kaptırırmış. Meğer değirmencinin güzel kızı da komşu köyden bir delikanlıya kaptırmış gönlünü. Kız fakir değirmenciyi ikna ederek aşık olduğu gençle evlendirmesini istemiş. Ne de olsa biricik kızım diyerek değirmenci kabul etmek zorunda kalmış. Yoksa o kızını evlendirme taraftarı değilmiş. Çünkü kızı çok güzel olmasına rağmen çok kötü bir huyu varmış. Değirmencinin kızı çok aç gözlü birisi imiş. Aradan günler gelip geçmiş. Düğün günü gelip çatmış. Değirmenci yıllarca çalışarak dişinden tırnağından artırdığı paralarla kızının çeyizini zar zor da olsa düzmüş. Oğlan evi çalgılarla atlarına atlayıp değirmenin yolunu tutmuş.
Değirmenci ise kızından ayrılacağı için çok üzgünmüş. Kızı ise evde bulunan kapkacak ne varsa heybesine dolduruyormuş. Değirmenciye çorba pişirecek bir tencere bile kalmamış. Babası hiç ses çıkarmamış ne de olsa o karısının emaneti tek kızıymış.
Vedalaşıp helalleşmişler,sarılıp ağlaşmışlar. Tam gelin ata binecekken babasına dönmüş ve; ”Baba şu değirmen taşını da bana ver” demiş. Onca kalabalık içersinde boynunu büken değirmenci bir şey diyememiş. Kız babasının cevabını bile beklemeden yüklenmiş değirmen taşını da.
Değirmenci yaşlı gözlerle kızının arkasından bakarak “Sende taşa dönesin inşallah “diye içerlemiş farkında olmadan. Nede olsa o ekmek teknesi değil miydi? Gelin konvoyu atlarla, seymenlerle tam bu tepeden geçerken beklenmedik bir şey olmuş ve herkesin hayran olduğu o güzel kız birden taşa dönüşüvermiş.
İşte o gün bu gündür düğünler de gelin konvoylarının gelin kayasından geçirilmesi uğursuzluk olarak görülür. Buradan geçen gelinin başına bir iş geleceği, taşa dönüşeceği, hayırsız olacağı, çocuğu olmayacağı ya da amansız bir hastalığa tutulacağı inancı hala hakim olduğundan günümüzde bile yolu buraya düşen köylüler gelin konvoyunu buradan geçirmezler. (Ozan Çulsuz)
Taş kesilme motifinin ilginç bir örneği olarak gördüğümüz bu efsane de toplumsal işlev açısından William Bascon’un eğitim, Magnarella’nın uygulama işlevi, Bilge Seyidoğlu’nun da Topluma yön verme ve oluştuğu yere anlam kazandırma işlevlerini içermektedir.
Efsanelerde şekil değiştirme; cezalandırma, beddua, keramet ve utanma gibi birkaç değişik sebeple olmaktadır. Bunlardan cezalandırma ve beddua olgusu Gelin Kayası efsanesinin oluşum nedenidir.
Taş kesilme efsanelerinde değişim olgusu, başkasının hakkını yeme, nimete saygısızlıkta bulunma, iftira atmak gibi kötü olaylar karşısında Allah’ın doğrudan bu olayı yapanı cezalandırması ya da kötü olaya maruz kalan kişinin bu kötü olaydan korunmak için ah edip Allah’a yalvarması ve Allah’ın duaları kabul etmesiyle tüm âleme ibret olsun diye taş kesilmesi biçiminde gerçekleşmektedir. Bu efsanelerde ders verici ve caydırıcı özellik ön plana çıkmaktadır.
*Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI
Dokuz Eylül Üniversitesi, Buca Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölüm Başkanı
***
Gelin Kayası Ziyareti / AFYONKARAHİSAR -Sandıklı -Selçik Köyü
Gelin Kayasının Yeri: Afyonkarahisar İli, Sandıklı İlçesi Selçik Köyünün girişinde yüksek kayalığın ismidir.
Gelin Kayası Efsanesi: Köyün girişinde bulunan bu kayalıkların yanında bir değirmende bir değirmenci yaşarmış. Bu değirmencinin karısı bir kız çocuğu geride bırakarak vefat eder. Kız büyür, serpilir ve herkesin söz ettiği güzellikte bir kız olur. Köyün bütün gençleri kız ile evlenmek isterken, kız gönlünü yan köyden bir gence düşürür. Kız babasını bu evliliğe razı eder. Babası kızının evlenmemesini istemektedir, çünkü kızının kötü bir huyu varmış: Kız aç gözlüymüş…
Düğün zamanı gelin babasının zor durumuna rağmen evden ütün kap kacağı toplamaya başlamış. Kızına bir şey diyememiş. Helalleştikten sonra giderken gelin babasına en son olarak “bana değirmen taşını ver” demiş. Onca insanın yanında kızının bu davranışından çok utanmış değirmenci ama sesini çıkarmamış.
Kız babasının olurunu bile dinlemeden değirmen taşını da sökmüş almış. Baba kızının bu davranışına çok içerlemiş ve içinden taş olmasını geçirdiği an, kızı taşa dönüşmüş.
Ziyaret Nedeni: Çevre köylüler de bu gelin kayası efsanesini çok iyi bildiklerinden, gelinlerini evlendikleri zaman taş olmaması için bu kayalıktan uzak tutarlar. Ayrıca gelinin çocuğunun olmayacağına, hayırsız olacağına, amansız hastalıklar tutulacağına inanılmaktadır.
Kaynakça: Ozan Çulsuz - http://www.sandikli.biz/
Taylan Köken
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder